Haftaya başlarken kavramsal ve bağlamsal bir yaklaşım sunmak istedim. Nasıl olsa her gün piyasaları konuşuyoruz.
Pandemi kişisel, kurumsal, ulusal, küresel ve nihayetinde evrensel anlamda bugüne kadar ortaya koyduğumuz iş yapma şekillerini tekrar gözden geçirmemize sebep oldu desem yanlış olmaz.
Bir tarafta “her şeyden iyi bilmek yerine bir şeyi çok iyi bilmek lazım” diyen boomer kuşağı, diğer yanda bu konseptin başarılı olmayacağını sezip bir çok konuda kabiliyet geliştirmeye çalışan X ve Y kuşağı ve nihayetinde bu çabaların hiçbirinin hızla devam eden değişim karşısında başarılı olamayacağını düşünen Z kuşağı. Açıkçası görev aldığım birçok kurumda birden fazla kuşak ile çalışmak hatta onları yönetmek mecburiyetindeki bir kişi olarak zorlamak yerine uzlaştırmak, emretmek yerine ikna etmeyi prensip olarak edindim. Bu metodun başarısız olduğunu söyleyenlere 28 yıl tahammül ettikten sonra haklı çıkmak, elbette beni sevindiriyor. Ancak çok yorulduğumu da ifade etmek istiyorum.
Meseleye geri dönersek, bağlamsal kırılganlık, yetersizlik, ya da daha sert bir ifadeyle iflas olarak tarif edeceğimiz süreç çok uzun süre önce başlamıştı, ancak Pandemi bunu oldukça belirgin hale getirdi diyebilirim.
Çok basit bir örnekle anlatayım: Spor karşılaşmalarının sadece televizyon gibi kısıtlayıcı bir mecrada başlayıp sonradan akıllı telefonlarımıza kadar ulaşması, tasarımın mükemmelliğinden çok ulaşılabilir olmasının daha önemli olduğunu ortaya koymuştu. Yani merkeziyetçilikten anonimliğe doğru önemli bir kilometre taşıydı. “Blok zincir ve kripto paraların doğum anı akıllı telefonlardır” desek yanlış olmaz. Ancak geride bıraktığımız 20-30 yılın baş döndüren gelişmeleri bizi körleştirdiği için farkına varamadık.
Çok ilginç bulacaksınız belki ama, neredeyse 19-20 yaşımdan beri sadece bir konuda aşırı derinleşmekten her zaman uzak durdum. Ustalık ile “kurumsal körlük” arasındaki farkı çabuk anladım. Çünkü aşırı derinleştiğimiz meselelerde hataları görmek veya söz konusu kabiliyetin gelecekte geçerli olmayacağını kabul etmek kolay olmuyor. Dolayısıyla müzik, sanat, ekonomi, yöneticilik, ve diğer sosyal bilimlerde tecrübe kazanmayı ve bunları icra etmeyi biraz da “aç kalmamak” adına geliştirmiş olduğum bir hayatta kalma refleksi olarak adlandırabilirim. Bu refleksten size aktarabileceğim bazı saptamalarım var:
Her şeyden önce bireylerin, sosyal grupların ve ülkelerin ayakta kalmaları için rahatlarını bozmaları gerekiyor. Çünkü aşırı rahatlık ve büyüklük hissi Pandemide olduğu gafil algılayabiliyor. İlham gücünün sürekli ayakta kalabilmesi gerekiyor, çünkü her ilham kusursuz bir tasarım çıkarmıyor. Dolayısıyla bu nadir anların sayısını artırmak gerekiyor. Bu ancak adalet, özgürlük ve eğitimle mümkün olabilir.
Bundan da önemlisi herhangi bir atılım için zamanı siz seçemiyorsunuz. Zaman geliyor sizi seçiyor, bu sebeple o zaman geldiğinde hazırlıklı olmak için disiplinler arası kabiliyetlere sahip olunması gerekiyor.
Bugün yaşadığımız bağlamsal çöküş, kendimizi tekrar anlamlandırmaya mecbur kalmamızın sebebi maalesef kibir ve egodur. Ezilmiş olanların başkalarını ezmeye hak gördüğü, topluma hizmet yerine şahsi menfaatlerin önceliklendirdiği dünyada bağlamsal kabiliyete ve yeterliliğe ulaşmak ancak kendimizle alakalı doğru tarifi yapabilmekle olur.
“Kurtuluş Reçetesi ?!…”
Bugün kuruluş felsefelerini unutmuş ülkeler, siyasal organizasyonlar ve uluslararası kurumlarla kuşatılmış durumdayız. Maalesef kendi tariflerini bilmeyen ya da unutmuş olanların başkalarının beklenti dalgalarına kapılmış halleri ile karşı karşıyayız. Bir “doğru liderlik” eksikliği çekildiği apaçık ortada. Liderlik edenler çoğunluğun gücü, matematik hesabı, kıskançlık, kibir, menfaat, dezenformasyon gibi kriterlerle ilerlerken, aslında hepimiz gerçek liderliğin “temel prensiplerle ilerlemek” olduğunu biliyoruz. Yani ahlak, rasyonellik ve adalet.
Dolayısıyla herkese en önemli tavsiyem şu/ Nutuk attığımız ne varsa bunları yapıyor olmamız lazım. Aksi takdirde inandırıcı olamayız.
Ayrıca bağlamsal güce ulaşmak ve çarpıcı, sıradışı ve marifetli işler yapabilmek için demokratik olmak önemlidir. Liderlik ederken şunu çok iyi bilmeniz gerekir ki, demokrasi solo bir performans değil, bir koro görevidir.
Şunu da unutmamak gerekir: Pandemi ile beraber ortaya çıkan sorunlara üzülen veya çağrı arayan sadece biz değiliz, büyük bir çoğunluk bunun farkında. Demokrasilerde büyük değişimler çoğunlukla sağlanır, ayrıca bazı işlerin yanlış gittiğine dair kimseyi ikna etmeye gerek yoktur. Dalgayı başlatın gerisi kendiliğinden gelecektir.
Bugün yöneticiler bir şeyin karşıtlığıyla prim yapmaya çalışmakta ve farklı fikirlerin zenginlik oluşturmadığına dair bir kanaati topluma empoze etmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla mücadelemizin tabiatı karşıtlık ya da kadercilik değil evrenin en önemli armağanı olan “aklı kullanmak” olmalıdır.
Özetle, temele değerler üzerinde çok farklı kabiliyetlere sahip olmadan kendi kendimize yetmemiz mümkün olmadığı gibi bağlamsal gücü ortaya koyamayız.
Bu arada, unutmadan ifade edeyim: Toplumları bilim ve sanattan koparmaya çalışmanın, onları kısıtlamanın, üzerlerinde baskı kurmanın ne kadar yanlış bir şey olduğunu Pandemi ile beraber daha net anladık diyebilirim. Dijital altyapısı zayıf, insan kaynağının eğitimi konusunda geri kalmış, ihtiras ve ihtiyaçlarını ayırt edememiş toplumların kendi kendilerine yetemedikleri hem bireysel hem kurumsal hem de ulusal bir darboğaz yaşadıkları görülüyor.
O zaman en önemli dersi şöyle çıkaralım. Bundan sonra sadece “ne yapmalıyız” değil, “ne yapmamalıyız” da dersek çok daha isabetli davranmış oluruz. Bugüne kadar sayısız kitap yazarak bilgi vermeye çalışan bir bilim insanı olarak, bizim yaptığımız hataları kimse yapmasın diye uğraşıyorum desem yanlış olmaz.