Dün kıymetli bir gazeteci ile yaptığım görüşmede, Blinken ziyareti ile ilgili bazı ipuçlarına sahip oldum diyebilirim.
“ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ‘ın istemeye istemeye geldiğini söyleyebiliriz” diye söze başladı. Bir ay içinde üç kez İsrail’i ziyaret eden, Tel Aviv’de Yahudi kimliğinden dem vuran Blinken’ın, Ankara’da sıcak karşılanmasını beklemek zaten hayalcilik olurdu.
Önce Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne uğrayan Blinken’ın temas trafiği, elbette Türkiye tarafından ciddiyete not edildi.
Esenboğa’daki açıklamasında Blinken’ın bir taleple gelmiş olduğu anlaşıldı. Bunu, “Hamas’a baskı kurun, rehineleri bıraksın, biz de İsrail’i durduralım” kurgusu olarak okumayanlar oldu. Ancak bazı kaynaklar İsveç’in NATO üyeliği için ABD’nin ısrarını tekrarlamak için geldiğini söylüyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın mevkidaşı ile yaptığı son telefon konuşmalarından birinin sert tonda geçtiği biliniyor. Bu arada, Blinken’a gece geç saatte indiği Ankara’da klasik protokol dışında takviyeli bir karşılama yapılmadığını hatırlatalım. Ekranlarda gördüğümüz kadarıyla Bakan Fidan, Blinken’ın “kucaklaşma” teşebbüsünü sade tokalaşma ile geçiştirdi ve “mesafeli olalım” mesajını net verdi. Sosyal medyada bu anı tekrarlarca izleme fırsatı bulduk.
Meseleye bir de dışardan bakalım: Kaynak eksikliği çeken Türkiye’nin önündeki tek engel İsveç’in NATO üyeliği gibi görünüyor. Eğer bu gerçekleşirse Türkiye’ye hem doğudan hem de batıdan kaynak geleceğine kesin gözüyle bakan analistler var. Blinken-Fidan görüşmesinde ABD tarafının önceliğe aldığı konunun bu olduğunu duyuyoruz. Biden seçimlere gitmeden önce Kuzey Atlantik Paktına yeni üye kazandırmış olmak istiyor besbelli.
Türkiye tarafı bunun ABD Başkanı için ne kadar önemli olduğunu anlamış durumda ve bu sebeple F-35 ve F-16 meselesini, İsveç’in PKK konusunda sözünü tutmadığını hatırlatıyor. ABD tarafının sürekli olarak “İsveç’e Türk Parlamentosu Yeşil Işık yakacak mı ?” diye sormasına karşılık, Türk tarafı “Meclis iradesinin neticesini bilemeyiz” diye cevap veriyor. Bir başka “1 Mart tezkeresi” hadisesi yaşanabilir endişesi ABD tarafında belirmiş durumda. Eğer Amerikalılar bu mesele için bilek bükmeye kalkışırlarsa arzu etmedikleri bir sonuç ile karşı karşıya kalacaklarını söylemek mümkün.
Gazeteci Dostumuz analizinde Türkiye’nin ABD’ye şu sıkıntıları aktardığını söyledi:
– ABD’nin, Gazze katliamında İsrail’e verdiği açık destek ve Blinken’ın Yahudi kimliği ile bu acımasızlığı cesaretlendirmesi,
– Suriye’de, terör örgütü YPG ile artarak devam işbirliği,
– Terörle mücadele görevindeki Türk SİHA’sının, ABD savaş uçaklarınca düşürülmesi,
– F16 satış paketinin sürüncemede bırakılması,
– İsveç’in NATO üyeliği için ısrarcı olan ABD’nin, terör örgütleri konusunda aynı duyarlılığı Stokholm’e hatırlatmıyor olması
– Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğu tescillendiği sırada Ermenistan’la ortak tatbikat yapılması,
– Kıbrıs Rum kesimine silah ambargosunun kaldırılması ve Dedeağaç’ta devasa askeri yığınak yapılması
Tüm bunların müttefiklik çerçevesine oturmadığı net şekilde ABD Dışişleri Bakanına iletilmiş oldu. Açıkçası, bu analizi duyduktan sonra Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan en küçük samimiyet ve çözüm ışığı görse Blinken’a vakit ayırırdı diyenlere katılıyorum. Yabancı haber ajansları “Erdoğan Blinkeni küçümsedi ve görüşmek yerine yurt seyahatine gitmeyi tercih etti” diye yazdı. Sonuç olarak Türkiye’ye gelmeyi mecburiyet hisseden Blinken sadece mevkidaşı ile görüştü ve alıştığımız karşılama yapılmadı, Türkiye’nin talepleri iletildi. ABD Dışişleri Bakanı İsrail’in aşırılıklarını tasvip etmediğini göstermeye çalıştı ama başarılı olmadığı anlaşılıyor.
Tüm bu gelişmeler neticesinde İsrail’in orta vadede varlığının sıkıntıya gireceği bir sürecin fitilini ateşlemiş olabilir. Sanırım ABD Hükümeti Netanyahu’nun vahşetini onaylamasa da, bölgede bugüne kadar Amerikan çıkarları lehine işler yapan “İsrail Devleti Projesi”ne destek vermeye mecbur kaldı. Ancak bu desteği yaklaşan seçimlerde Demokratları zor duruma sokacak gibi gözüküyor.