enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,5872
EURO
34,7956
ALTIN
2.497,71
BIST
9.453,80
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
14°C
İstanbul
14°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Açık
20°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
21°C
Salı Az Bulutlu
22°C

Mülteciler , Sığınmacılar, ve Göçmenler için yeni vizyon gerekiyor! / Zuhal Mansfield

Mülteciler , Sığınmacılar, ve Göçmenler için yeni vizyon gerekiyor! / Zuhal Mansfield
REKLAM ALANI

Bir göçmen kampını ziyaret eden bir yazar, kampta doğmuş ve beş yaşına gelmiş bir çocuğa soruyor: Evine dönmek ister misin? Çocuk tuhaf şekilde soruyu sorana bakarak karşı soruyor: Eve dönmek ne demek?
Bugün dünyadaki kamplarda doğan insan sayısının milyonları bulduğunu biliyor musunuz? “Eve dönmek ne demek?”, sorusu sadece ona ait değil…
İki göç bir çöküm… Göç insanlığın coğrafi kaderidir… Ama “mültecilik” insanlığın büyük ayıbıdır. Kavram karşaşası olmaması için şunu vurgulamak istiyorum. Suriyeliler sığınmacıdır, Afganlılar mültecidir, Bulgar Türkleri göçmendir… İkide bir Bulgaristan Türkleri örneğini veriyorlar. Birbiriyle hiç ilgisi olmayan durumlar. Farklı hukuki sonuçları olacaktır. Geçici sığınma hakkı ile gelenlerin geri gönderilmesi gibi.
Mültecilik trajik sonuçlar doğurur. Herkesi üzer, ama çoğu kere sadece göç edende iz bırakır. Akdeniz kıyılarında Aylan bebeğin yasını çabuk unuttuk. Ondan sonra en az 200 çocuk daha Akdeniz’de boğulduğunu biliyor musunuz?
Medeniyet başkalarının sorumluluğunu alabilmektir. Dünyada 60 milyondan fazla mülteci halen kamplarda, ev, iş ve uyum sorunu ile yabancı şehirlerde yaşamaya devam ediyor.
Avrupalı, insanlığın bu büyük ayıbını örtmek için sorumluluğu paylaşma sınavını kaybetti. Kendisine gelen 1 milyon mülteciye karşılık Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi ülkelerin nüfus ve toprak oranına göre onlarca kat daha fazlasını taşımasına aldırış etmiyor. Mesele sadece ekonomik imkanlar değildir. Hiç bir ülke bu kadar sıfatı ne olursa olsun yabancıyı sosyal şoklar yaşamadan içselleştiremez, entegre edemez ve toplumsal krizler yaşamadan geleceğini güvende tutamaz.
Kendini medeni dünyanın bir üyesi olduğunu kabul eden ülkelerin ilk ikilemi budur. Muhtemel ki İkinci Dünya Savaşı ve onun getirdiği yaralar olmasaydı, bu ülkeler Birleşmiş Milletler “mülteci sözleşmesini” de kabul etmeyeceklerdi.
Modern mülteci sistemi 2. Dünya Savaşı sonrasında bu adamlar tarafından oluşturuldu. Temel amacı, bir devlet çöktüğünde veya daha kötüsü insanlarının aleyhine yer aldığında insanların evlerine dönene kadar güvende ve onurlarıyla yaşayacakları bir yerin olması. Bu sistem, Suriye’de, Afganistan’da gördüğümüz olaylara benzer durumlar için oluşturuldu. 147 hükümetin imzaladığı uluslararası sözleşme olan 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme ve ayrıca uluslararası kuruluş BM Mülteciler Yüksek Komiserliği savaştan ve zulümden kaçan insanların topraklarına girmesini karşılıklı olarak taahhüt etti. Söz konusu hükmün tam ifadesi şudur:
– Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle , yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır.
İster sığınmacı isterse mülteci olsun, bu tanım ve hüküm her mağdura uygulanıyor.
Mültecilik gerçeğinden herkes rahatsızdır. Göçen, sığınmacı, mülteci, kaçan, kucak açan, kaçmasına sebep olan, bilgisi olan ve olmayan… Bu insanlık krizine, insanlık dışı tepkiler vermemizin sebebi duygusuz, vicdansız, vurdumduymaz olmamız değildir. En azından böyle olduğuna inanmak istemiyorum. Bu kadar ülkenin politikacılarının vizyon eksikliğinden kaynaklandığına inanıyorum. 50 yıl önce oluşturulmuş uluslararası mülteci sisteminin, değişen ve küreselleşen dünyada hayata nasıl geçirileceğine ilişkin yeni vizyon gerekiyor.
Ekonominin bu kadar güçlenmesine, iletişimin bu kadar yoğunlaşmasına ve medeni ilişkilerin bu kadar artmasına rağmen mevcut sistemin niye işlemediğini sorgulamak gerekiyor. Ardından da uluslararası bu kadar kuruluşa, şirketlerin sürdürülebilirlik ve sosyal sorumluluk misyonuna ve küresel itibar için yüksek bütçelerine rağmen düzeltmek için niye bir şeyler yapılmıyor?
Dünyanın pek çok yerinde göç ve mülteci süreci yaşanmaya ve her yıl da yoğunlaşmaya devam ediyor. Güney Amerika’dan Kuzey Amerika’ya göçmek için her yıl Orta Amerika ülkeleri üzerinden 800 bini aşkın insan geçiş yapıyor. Amaç ABD ve Kanada’da bir iş bulmak, yeni bir yaşam kurmak…
Afrika’dan Avrupa’ya ve diğer kıtalara sürekli bir göçüş olduğu biliniyor. Türkiye de son yıllarda Afrikalıların gözde ülkelerinden biri oldu.
Dünyanın en fakir ve kalabalık ülkelerinden Bengaldeş, Myanmar’dan kaçmak zorunda kalan yarım milyona yakın mülteciyi ağırlıyor. Ekonomik gücü ve yerleşim alanı olmamasına rağmen…
Türkiye’de neredeyse herkesin bir mülteci komşusu oldu. Çarşı pazarda sürekli karşılaşıyoruz ve iş hayatında da birlikte mesai yürütmeye başladık. Birkaç veriyi paylaşmak istiyorum…
Xsights Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün yaptığı araştırmada, Türkiye’deki kampların dışında yaşayan Suriyelilerin yaşam koşulları, günlük karşılaştıkları zorluklar ve geleceklerine dair planları ele alındı.
Araştırmadan çıkan ilgi çekici sonuçlar arasında Türkiye’ de kampların dışında yaşayan Suriyelilerin yüzde 20‘sinin ülkesinde aile ferdi kalmadığı; yüzde 32‘sinin Türkiye dışındaki ülkelerde akrabası bulunmadığı yer almaktadır.
Kampların dışında yaşayan Suriyelilerin yüzde 79’u her gün dil ile ilgili sorunlar yaşamaktadır, yüzde 75’i barınma / ev bulma konusunda zorluklar yaşamış, yüzde 82‘si iş bulmakta zorlanmış ya da zorlanmakta olduğu görülmüştür.
Suriye’deki geçmiş ve Türkiye’deki mevcut durumları dışında bu mültecilerin gelecek planları da araştırma kapsamında sorgulandı.
Araştırma kapsamındaki katılımcıların yaklaşık yarısı (yüzde51) Türkiye’de kendilerine tolerans gösterildiğini, yüzde 14‘ü ise tolerans gösterilmediğini düşünmektedir.
Katılımcıların sadece yüzde 35’i ülkesinin geleceğini pozitif değerlendirmektedir; olumlu değerlendirenlerin ülkelerine dönme ihtimali çok daha yüksek olduğu görülmüştür.
Bu araştırmadan çıkan kesin bir sonuç var: Bugün Suriyeli dediğimiz bu insanlar artık bizim bir parçamız olmuş. Kabul edelim veya etmeyelim.
Benzer bir araştırmayı TEPAV da gerçekleştirdi. Çıkan sonuçlardan bu bağlamda olanı şudur: “Türkiye’de karşılaştıkları zorluklara rağmen Suriyelilerin yüzde 79’unun Türkiye’de kalmaya sıcak baktığını belirtiyor.”
Mevcut durumu çözmek için yapılacaklar var, bir de gelecek için senaryolarım var. Her iki durumda da Almanya’nın göçmen ve mültecilere yönelik yürüttüğü, eğitim ve strateji ile Amerika’nın Vatandaşlık Ofisi’nin takipçiliği mutlaka yürürlükte olmalıdır.
80’li yıllar da Avustralya’da yaşarken, bir süre sosyal görevli olarak Corburg Belediyesin de çalıştım.
Burada benim de parçası olduğum, başarılı bir uygulamadan da bahsetmek istiyorum yabancıların kültür şokunu atmaları için Avustralya Göçmen Bakanlığının projesi olarak bir kitap yazmıştık. 350 bin adet basılan bu kitap da, orada yaşayan Türkler’in, İtalyan’ların, Arap dili konuşanların ve Yunan’lıların iş ve sosyal hayatta başarı için yaptıklarını, kültürel farklar üzerine yaklaşımlarını ve uyumunu ele almıştık. Düşünün o dönemde Avustralya’da o kadar göçmen yoktu. 5 farklı dille yazılan kitabın sadece göçmenlere ulaşılması ile yetinilmedi, bütün kütüphanelere ve ilgili birimlere de gönderilmişti. Zira göçmenlerin beklentisi ile gerçeklerin karşılaştırılması gerekiyordu. Bu aynı zamanda “kültür şıkunun” en güzel tarifidir. Her şeyin başı eğitim…
Kısa vadeli çözümlerden ilki şu olmalıdır: Mülteciler yaşadıkları ülkelerde işe girebilir ve yaşadıkları ülkelerin de bu ekonomik desteğe ihtiyacı vardır. Türkiye, bu uygulamayı başarı ile uyguluyor. Toplumda hoşnutsuzluk, ücret düşüklüğü ve bazı olumsuzluklara rağmen Türk insanı Suriyelileri içselleştirme sürecinde, Avrupalılara çok ileridedir.
Eğitim ikinci acil çözüm olmalıdır. Eğitim uzun süre göçmen olmuş çocukların hayatında bir lüks değil bir yaşam kaynağıdır. Çocuklar kendilerine gerekli sosyal ve duygusal destek verildiğinde okur yazarlığa ek olarak, canlanıyorlar.
Mültecilerin kamplarda değil, şehirlerdeki yaşamı bir diğer acil çözüm olmalıdır. Bulundukları ülkenin sosyal ortamında ve ekosisteminde var olmalıdırlar.
Uzun vadeli stratejiler oluşturmadan kısa vadeli çözümler de sağlıklı sonuç getirmeyecektir.
Yıllar önce Edirne Ticaret Borsası Başkanı Mustafa Yardımcı (o dönemde ayrıca TOBB Yönetim Kurulu üyesiydi) bir projeden bahsetmişti. Projeye göre, Türkiye-Yunanistan-Bulgaristan sınır kesişim yerine büyük bir serbest bölge yapılacaktı. Girişim ve yönetim Türkiye’den, emek Bulgaristan’dan ve sermaye de Yunanistan’dan (AB) gelecekti. O dönemde Bulgaristan, Avrupa Birliği’ne daha girmemişti. Burası sadece organize sanayi bölgesi değil, zengin bir yaşam alanı da sunacaktı. Öyle ki Kuzey Ege kıyılarına tatil yapma şansı da tanınacaktı. Proje ilgi de görmüştü, nedense sessiz sedasız hasıraltı edildi.
Benzer proje Suriyeli göçü başladığında da konuşulduğunu hatırlıyorum. Kilis’te sınır boyuna yepyeni bir kent kurulacaktı. Burada konaklama, iş, yaşam imkanlarının batılı ülkeler seviyesinde olacaktı.
Aslında benzeri projeler dünyanın farklı yerleri için de hala konuşuluyor. 8 yıl önce, Honduras Devlet Başkanı da böyle bir proje ile dünyaya seslenmişti. Öyle ya her yıl ülkesinin üzerinden ABD’ye gitmek için 800 bin kişi geçiyordu. Bunlar için ülkesinde yapılacak yeni ve serbest bir bölgeye hazır olduğunu söylemişti. Uluslararası standartlarda yaşama, çalışma ve barınma imkanı veren ve özgürlüklerini rahatça yapabilecekleri sıfırdan yapılmış bir şehir. Microsoft, P&G, Unilever gibi şirketler de bu projeye destek olacaklarını söylemişti. Miami şartlarında Honduras’ta yaşamak… Kaçak sorunu da yok…
Dünyanın farklı ülkelerinde halen projeleri devam eden sıfırdan geleceğin şehirlerini kurma isteklerinin de benzer amaçlar taşıdığını düşünüyorum.
Malum G7 ülkeleri, çokuluslu şirketler için Küresel Vergi diye yeni bir uygulama getirdiler. Bu Küresel Vergi’nin önemli bir kısmının bu sınır şehirlerine harcanması gerektiğini düşünüyorum. Bu şehirler Serbest Bölgeler niteliğinde olacak ve yüksek hayat standartlarına haiz olacak. Çoğunun enerji ihtiyacı bile dışarıya bağımlı olmayabilir.
Bir de seyahat özgürlüğü sağlayan pasaport benzeri bir kimlik… 1940’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nden kaçanlar için Nansen Pasaportu uygulaması Nobel Barış Ödülü almıştı.
Birleşmiş Milletler, bu çerçevede yeni uluslararası bir sözleşme hazırlamalıdır. Mültecilerin tehlikeli yolculuğunu, kamplardaki hapsi ve şehirlerdeki yoksulluğu bitirecek bir sözleşme…
Unutmayalım ki mülteci ilk nesil yas içindedir, ikinci nesil travma yaşar ve üçüncü nesil de büyük kırılım içine girer. Her üç halde de ekonomik ve sosyal etkileri, içinde yaşadıkları göçmen, yerli veya yabancı herkesi etkiler…
Göç acıdır, mülteci mağdurdur ve sürecin tamamı trajedidir. Türkiye’de yaşayan herkes bu trajedinin tarafıdır. Üzgünüz, sıkıntılıyız, sabırlıyız ama tahammülün de bir sınırı var. Kısa ve uzun vadeli çözümler için adımlar atılmazsa, taraflar için beklenmeyen sonuçlar doğuracak olaylar yaşanabilir.
Aylan Bebek, çoğumuzun belleğinde hala yaşıyor. Mülteciler ve göç üzerine yeni bir vizyon oluşturmak zorundayız, dünya umarsamaz olsa da bu bizim için bir zorunluluktur.

Zuhal Mansfield
TMG Doğal Taş Madencilik

REKLAM ALANI