Bu gün Kızılderili kalmadı, kendi vatanında. Vatanları olan topraklarda beyaz insan, köklerini kuruttu, bir bir. Ölü Kızılderili’nin en iyi Kızılderili olduğu, beyazın atasözü oldu, çünkü. Her Kızılderili kellesini getirene mükafat verildi.
Ateş suyuna alıştırılan Kızılderili, baltasını toprağa gömdü, atını ateş suyu için sattı, okla yayını işlevsiz hale getirdi. At gitti, balta sapı çürüdü, okla yay kırıldı. Kızılderililer bir araya toplatıldı, kendilerine verilen battaniyelerle son temizlikleri yapıldı. Tifüsle bedenler, toprağa düştü. Düşürenler bu gün gibi, adeta.
Altına hücum eden vahşiler, renkli cam boncuklarla ellerindeki altını ve gümüşü aldı. Ateşli silahlara karşı direnen her Kızılderili savunduğu topraklarını kanıyla suladı.
Bir kıyımın sonrasında isimleri kendi topraklarına sahip çıkanlarca istenmeden eyaletlere ad oldu, otomobillere isim bilindi.
Son dönemde vahşî dünyanın teknoloji esaretinden inim inim inleyen milletler, virüs sebebiyle içine düştükleri zavallılığı seyre memur, gönüllü olarak.
Beddualarının kabul olunduğuna dair emarelerin hissedildiği ortamda temizlikleri sorgulanan şemsiye, uzun topuklu ayakkabı, parfüm ve tüy dikme mucitleri, temizliklerini sağladıkları kâğıt mendil stokları için çaba içinde görünüyor.
Kimi şehirlerde meydana gelen ölümler sonrası, şehirde insan ıssızlığı korku saymakta adeta. Papalarının ayinine katılmayanlar, koskoca meydanı boş bırakır oldu.
Üstünde güneş batmayan imparatorluk Britanya, ektiklerinin meyvesini hasat etmekle meşgul iken, bu işe Fransız kalanlarla Avrupa’nın kral ve kraliçe kaynağı Habsburg Ülkesi, derin cedelleşme içinde görünüyor.
Her yeri talan ve her şeyi ziyan eden, bir dönem korku donanmalarıyla adından söz ettiren İspanya, Portekiz ve Hollanda kendi paylarına düşenle yetiniyor, sanki.
Nereden ve nasıl ortaya çıktığı üzerinde durulan, değişik senaryoların hedefinde olan Çin, Doğu Türkistan ile imtihan olmakla yüz yüze görünmektedir.
Açlıktan ve susuzluktan kırılan Afrika’da olan bitenin yansımadığı haberlerde hemen hergün can veren Suriyeli arka plânda, Iraklı söz konusu değil.
Kendisini petrol zengini bilen Arap Derebeyleri, saltanatları bir bir sarsılınca ihtiraslarına kurban olarak Yemen’i, Libya’yı seçmiş, emrolundukları gibi hareket etmişti.
Nemrudu ortadan kaldıran sineği unutanlar, Kabe’yi muhasaraya alanların üstünde kanat çırpan ebabilleri hatırlar oldu, yüzlerce yıl sonra. Bu sefer, rant kapısı olarak kendilerine fayda bildikleri Kabe için ikincisini yapma mecburiyetinde hissettiler; Umre ve Hacc Yasağı!..
“Vebanın olduğu yere ne girilir ne de oradan çıkılır.” Prensibini kaîde haline getiren Muhammedü’l Emin’i kaynak gösteren Arap Derebeyleri, yaşadıklarıyla söyledikleri bir olmayan münafıklığın sembolü oldu.
Dünyada şehirler, dört ay önce farklıydı.
Her şehir, cıvıl cıvıl insan kaynardı.
Kimi şehirler yakılıp yıkılırken kendi yalancı cennetlerinde felekten gün çalanlar eğlenip durur, her türlü imkanlarıyla dünya hayatının zevk ve sefasını sürerdi.
Ne olduysa son bir ay içinde gerçekleşti.
Çin sarsıldı, ekonomik dengeler alt üst oldu.
Kendilerini üstün görenler sevindi.
Bumerangın geri dönüşü ortaya çıkınca işler değişti.
Maske, kolonya, makarna, sabun arayışı…
Kimi kitaplarda bu senaryonun yıllar önce kurgulandığı yer almış…
Hesaplar ve kitaplar, yeryüzü üzerinde az insanın olmasına dayandırılan hileyi işaret ediyor.
Azgın soyguncu, katil Avrupa ve destekçileri, yıllardır sebze, meyve ve tahıl tohumlarını depolayıp durdu.
Üçüncü Dünya Savaşı’na zorlamak için elinden geleni yapanlar, ilahlık iddialarından vaz geçmiş görünüyor, virüs yüzünden.
Silahlar sustu, hileler, senaryolar durgunlaştı.
Gökyüzünden yıldızlar düşecek, yer üstü alta, alt yer yüzüne çevrilecek. Güneş batıdan doğacak!..
Hesaplar dürülecek, şüphesiz…
Şehirlere bakınca insanın zavallılığını görmekteyiz…
Bu güne kadar olanlarla bitenlerden hep fakirler çekerdi. Şimdi zenginlerin arasında yayılan hastalık, tebessümün eksik olduğu yüzlere yayılıyor, bir baķıma.
Fakirler, açlıkla imtihan edilmek istendikçe, bedduaları mı kabul görüyor?
Binlerce kilometre uzaklıktan gelenler, neden suskunluk içinde?
Ölüm, iyi ki varsın!..
Şehirlere bakıyoruz, ıssız ve sessiz…
Ruhum ürperiyor, daîma.
Edebiyat, sanat, kültür, insanlığın emrinde olmayınca azgınlaşan nefisler…
Sodom ve Gomore, Lût Gölü, Ölü Deniz,…
Evlerinizden çıkın Ey İnsanlar!..
Bakın evsiz olanların korkusu yok.
Füzelerinizle, Uçaklarınızla yerle bir ettiğiniz şehirlerin insanı, çadırda bu kışı aç ve susuz geçirdi.
Artık, paranız ve pulunuz değersizdir.
Binlerce, yüzlerce kilometrelerden teknik zulmünüz durakladı.
Medeniyeti ortadan kaldırdınız…
****
Çıkın dışarı ve gezin dolaşın.
Korkmayın, kendinizden.
Siz nasıl şehirlisiniz?
Yakılıp, yıkılan şehirlerin neden farkına varmadınız?
Ölümden korkmayın, her canlı ölümü tadacaktır, kuşkusuz..
Mezarlıklarda ölüler eşittir, kapladıkları yer itibariyle.
Orada sessizlik hakîm ve konuşmazlar.
Dedikodu yapmazlar, iftira söz konusu değil, ne kin ne hased.
Mezarlıklara döndü, şehirler.
Tek başına caddelerde ve sokaklarda yürümekle dolaşmaktan yorulduk…
Medyanın plaza sakinleri, cemiyet haberlerinin yıldızları, tatil için uçak kiralayanlar evlerinize kapanmakla rahat yüzü göremezsiniz…
Bahar geliyor, bu günden sonra.
Çiçekleniyor, etraf.
Her yer yemyeşile bürünüyor.
Kışın esareti bitti, artık.
Yeni bir esaret oluşturmayın, kendinize.
****
Şehrinizin caddeleri ve sokakları sizi bekler!..
Mehmet Ali Abakay