Yanık türküsü sazın, tellerinde çaldığım
Bir sevdasın İstanbul, bakıp bakıp daldığım
Halic’inde kayığın nazlıca salınır ya
Gönlümün limanından yoktur demir aldığın
Kıymetine pâre yok, emsalsiz teksin güzel
Sultanlar inci diye boynuna taksın güzel
Dört mevsimin bahardır, gönlünde aşk olana
Mahrem olmayan gözler, desturla baksın güzel
Bilseler Asitânem, güneş bir başka doğar
Her gelen gün kendince yeni bir aşka doğar
Boğaz’daki bir nefes, ömre yârdan ziyâde
O canfeza şualar, hergün bir köşke doğar
Kıyılarına vuran, sular cümle bahtiyâr
Mesud olur yelinden, selâmın alan diyâr
Payitaht günlerinden kalan o asaletin
Dökülsün gerdanına ey işveli zülf-i yâr
Kıyıların gergefte gümüşten dokumuşlar
Başında taç misali uçuyor özgür kuşlar
Geçmesin ehl-i sefer, vermeden sana selam
Dersaadet burası, aşkı aşkla yunmuşlar
Bu cânı da sarmala, her sana koşan gibi
Sarayburnu’nda hilâl göğsünde nişan gibi
İlâhi sedaların yükselir gök ehline
Semada iz bırakır soylu Kehkeşan gibi
Garba göz kırpar gözün, şarka işveli buse
Istanbul’um bağrında vardır herkese hisse
Harameyn selâm söyler, yoldaşlarına Gül’ün
Boş dönmedi kapından, kapına gelen kimse
Dillere nağme oldun, değerin cihanşümul
Ömrüme mesken oldun, ölüm sende burda bul
Her seherde bir daha, kavuşurum sevdana
Ancak aşıklar bilir, sen bir aşksın İstanbul
Emine Savaş