sen böyle güzel değildin, senin ellerin de.
pazar günleri radyoda kış birikirdi ve perdeler,
kuş sürüsü içinde kanat şakırtılarıyla dolardı.
radyoda arkası yarın fragmanları ve ellerin,
uçucu bir bakireliğe Meryem sanrısı eklerdi.
kireç badanalı evler, küf ve kahır bağlayan
öksürük dolu odalarda karanlığı saklarken ah’la
sis gibi, buğu gibi, bir çığlık gibi sonra,
fabrika vardiyaları ve kararan bir hatırlayışla kampanalar üst üste kanser olup çalardı.
sancılar içinde ebeden mahrum ilaçlar alınır,
kıldan örme bir kilime ikiz doğururdu kadınlar.
sen böyle güzel değildin, senin ellerin de.
pazar günleri duvar önlerinde sıcacık ekmekler,
sonra güneşler içilir, bir de fotoğraflar çektirilirdi
işte posta gözlenirdi unutulmayan uzaklardan; cebinde bir kırık horozlu aynasıyla
veremden ölmüş öksüz bir askerden, bir aşka.
bunu da kimseler bilmezdi üstelik, ellerin de.
hepimizin bildiği ‘vatan sağolsun’dan başka.
sancılar içinde çoban ateşi yanardı dağlarda,
kekik kokularıyla ölürdü ikiz doğuran kadınlar.
sen böyle güzel değildin, senin ellerin de.
gülüşünde çağdaş bir hâl birikirdi kış ikindileri.
kerem aslı’yı sever sanırdım ben o vakit,
omuzlarımda aşkî bir Hamza, bir de Spartaküs
dağınık fotoğraflar, açılmamış bir çeyiz sandığı
gibi dururdu sen böyle güzel değilken.
senin ellerin de.