Kelebek kanadından, üşür benim yüreğim,
Öyle yaratmış Mevlâm, yellerin suçu değil…
Tâ ezelde çınlamış, ney sesiyle kulağım,
Sazlar ağlatmıyorsa, tellerin suçu değil…
Sızıp ten kafesinden, düşüne dalmaz mıydım?
Yıldızları toplayıp, kapını çalmaz mıydım?
Tutsaydın ellerimden, bin ömür kalmaz mıydım?
Yetişemedim işte, ellerin suçu değil…
Ne çok isterdim Sen’den, bal tadında bir kelâm,
Hiç mi yoktu heybende, hatrı saklı bir selâm?
“Mim”ile tamam oldu, ruhumdaki Elif Lâm…
“Kalbi(m)” diyememişsen, dillerin suçu değil…
Yakıp, yıkmak değildi, tavâf idi niyetim,
Döndükçe biter sandım, iflah olmaz gafletim,
İncindiyse karınca, diyet benim diyetim,
Ben getirdim Kâbe’ne, fillerin suçu değil…
Doğduğum günden beri, sıla bildim beldeni,
Kuyularda saklayıp, tutsak ettiler beni,
Bunca zaman bakıp da, göremediysem Seni,
Kirli candan bakmışım, tüllerin suçu değil…
Kalkmadan üstündeki, bitmeyen kış uykusu,
Gelir mi toprağıma, dirilmenin coşkusu?
Seher vakti şehrini, sarmamışsa kokusu,
Hiç bahar görmemişler, güllerin suçu değil…
Mihr-ü Mâh’ın kandili, ezelde bir yakılmış,
Boyunlarına kordan, iki kolye takılmış,
Âşk olmasa fıtratta, altı-üstü çakılmış,
Kıyamet kopmuyorsa, küllerin suçu değil…
(Mihr-ü Mâh)