Nereye saklanayım? Sen söyle Ey Sevgili!
Tüm etrafım göçebe, bulutlarla çevrili…
Yaklaştıkça kıyamet, gökyüzü dar geliyor,
Verdiğim bunca zahmet, gönlüme ar geliyor…
Her akşam hicâbımdan, allanır yanaklarım,
Rüzgarın türküsüyle, savrulur duvaklarım…
Sen’den esen sam yeli, şulemi harlamakta,
Bu sebeple kış günü, saçlarım parlamakta…
Yetmiyor gözyaşıma, kâinatın mendili,
Nereye saklanayım? Sen söyle Ey Sevgili!
Hem bilirsin kıyamam, karanlıkta kalmışa,
Kan çanağı gözleri uzaklara dalmışa…
Dertliler sırlarını, hep benle paylaşırlar,
Sararmış yorganların, altında ağlaşırlar…
Çiğ renginde sabahlar, ısınırken koynumda,
Siyahların vebâli, mahşere dek boynumda…
Sen nazâr ettin de ben, yedi renge büründüm…
Kemer taktım belime, gökkuşağı göründüm…
Nasıl kızayım şimdi, nikâbımı çalmışa?
Hem bilirsin kıyamam, karanlıkta kalmışa…
Af buyur Yâr, başka söz damlamaz petegimden…
Toprağının kokusu, gelirken çiçeğimden…
Mevsimlerin suçu yok, hüzün değdi ateşe,
Bak Yûsuf küstü mü hiç, on bir tane kardeşe…
Gökdeki kuşlar dahi, kaderle uçmaktalar,
Bir avcıya vurulup, avcıdan kaçmaktalar…
Ne yapsın ki Mihr-ü Mâh, ateştendir ridâsı,
Şûle-i cevval döner, “Sus” dedikçe Hüdâ’sı…
Bir Yetîmin elleri, tutunmuş eteğimden
Af buyur Yâr başka söz, damlamaz petegimden…
Dünyânın pasağıyla, yüzüm kirle ben geldim…
Heybemde çamsakızı bir şiirle, ben geldim…
Mihr-ü Mâh