Bir erken seçim dönemi yaşadık ve Ulusal Birlik Partisi’nin 24 Milletvekiliyle birinci parti çıktığı bir sonuçla karşı karşıyayız. 8 Şubat’ta hükümet kurma görevi üstlenen UBP başkanı Faiz Sucuoğlu her partiye de açık kapı bırakarak 15 gün müddeti olan hükümet kurma çalışmalarını sürdürüyor. 18 Milletvekiliyle ikinci parti olarak güçlü bir sayıya sahip olan Cumhuriyetçi Türk Partisi’yle de yaptığı görüşmelerden sonra dış politika, yani Kıbrıs sorunu üzerine olan fikir ayrılıklarından dolayı pek bir sonuç alınacağa benzemiyor. Diğer yandan Demokrat Parti, Halkçı Parti ve Yeniden Doğuş Partisi koalisyon hükümetine aday partiler olarak hazırda bekliyor.
En doğru ve isabetli olan koalisyon hükümeti ikili bir hükümettir ve bu da en güçlü ikinci partiyle gerçekleşebilse her açıdan daha etkili olurdu. Bekleyen onlarca yasa ve nisap sorunları düşünülünce akla olan böyle bir koalisyon hükümetiydi. İki devletlilik ve federal çözüm arasındaki partiler arası farklılık ve muhasebe para birimi olarak Euro’ya geçiş tek pürüz olarak görülüyor. Hâlbuki bu çok da engelleyici bir farklılık sayılmaz. Görüşme masasında ikisi de olsun dense bu sorun ortadan kalkar ki zaten gelinecek noktada bundan kaçış yok gibi. Euro’nun para birimi olarak kullanılması ise gerçekleşmesi zor bir proje ve zaten bir yol kazasına uğrayıp gerçekleşmemesi de epeyce olası. Peki, ikincil ve yaşamsal olmayan farklılıklar yüzünden niye böylesi güçlü bir koalisyondan kaçınılıyor? Hem dışarıya Türkiye’yle uyumlu geniş tabanlı, çok güçlü bir hükümet manzarası verilecek hem de bekleyen yasalar kolaylıkla geçecek.
İkinci olası yerinde bir koalisyon ise UBP ve Halkçı Parti arasında olurdu. Sayı olarak 27’de kalınacaktı ama daha fazla teknokratlardan oluşan bir bakanlar kuruluyla meclisi işlevsel açıdan riske sokmadan yine aynı etkili hükümet kıvamı yakalanabilirdi. Önemli olan ikili hükümet formülünün sonuçlanabilmesiydi. Önceki süreçler gösterdi ki üçlü veya dörtlü hükümetlerin sürekli sorun yaşaması sorunların hızlı çözülebilmesi açısından pek de etkili olmadı. Diğer yandan DP’nin niteliksel açıdan sürekli eleştiri alması ve yeni ama toplum tarafından pek de benimsenmeyen iki milletvekilinin durumu epeyce akılları karıştırıyor. Öte yandan, YDP’nin de aynı şekilde önceden içinde bulundukları hükümet ortamında en fazla sorun üreten taraf olarak akıllara kazınması pek güvenilir bir parti olarak durmuyor karşımızda. Bir başka detay ise erken seçimi gerektiren nedenleri doğuran koalisyonun bu durumda tekrar gündeme gelmesi. Yine aynı kompozisyonla toplumun karşısına çıkmak ne kadar doğru olur? Erken seçimin anlamı neydi o zaman?
Kamuoyundan yükselen haklı ve yerinde seslere bakılacak olursa (çok büyük oranda UBP tabanı dâhil) UBP-CTP veya UBP-HP koalisyonları hem ilkesel açıdan hem de nitelik açısından uygun görülen formüller gibi duruyor. Bunun dışında kurulacak hükümet ortaklıklarının pek de uzun ömürlü olmayacağı apaçık ortada. Bu açıdan, DP ve YDP’li bir koalisyon hükümetinin ömrü asla uzun olmaz.
Hükümet kurma sürecinde ortaya konan kararsızlık güvensizlik telkin eden bir duruma dönüştü. Yetkin bir hükümet olasılığı ortadayken ülke çıkarlarını değil kişisel çıkarları ön plana çıkaran ve siyaseti kendi hedefleri için araçsallaştıran kişilere esneklik gösterilmesi siyaset etiği açısından da sıkıntılı. Üç milletvekiliyle orantısız güç talep eden zihniyetlerden ülke çıkarına bir çalışma ahlakı beklemek oldukça yersiz olur. Şu anda ihtiyaç olan şey Türkiye’nin desteğini boşa çıkarmayan bir koalisyon hükümetidir. Yaşananlar belli, kapasite belli; akla uygun olmayanı zorlamak ülkeyi zora sokmaktan başka bir şeye yaramıyor maalesef.